27 Aralık 2013 Cuma

Gözlüklerim kayboldu

Bugün günlerden bir gün ve ben oturuyorum. Gözlüklerimi kaybetmiş olmalıydım iki gün önce kadar. İki gün önceki gün oturuyordum ve kendime soruyordum. O zaman gözlüklerim olduğu için mutluydum. Sorularımın cevabı yoktu ama ben mutluydum.

Gerçeği nasıl tanımlarız?

En azından iki gün öncesi gerçekti. Bugün bunu gözlüklerim olmadan nasıl anlayacağım? Anlayamıyorum zaten, hissediyorum sadece. Yaşadığımı hissediyorum. Gözlüklere pek ihtiyacım yok bu durumda. Ama sorma yeteneğimi kaybettim. Beş gün önce sorduğumu düşünüyorum. O zaman gözlüğüm güneşliydi, baya bir mutluydum.

Madde nedir?

Güneşi görmüyorum. Bugün Güneş yoktu. Büyük bir şey ama ben göremedim. Ama yeni bir gözlük alacak param olduğunu fark ettim. Bu beni yeterince keyifli yaptı. Yarın gidip yeni bir gözlük alacağım. Böyle büyük olanlardan ve gerçek.

Gözlük ne işe yarar?

Belki benimkisi küçük zararsız bir takıntıdır. Gözlüksüz yaşayan üçlerce insan var. Gözsüz yaşayanlarda var. Ama, eminim ki, onlara gözlük alırsak gayet mutlu olurlar. Büyük ve gerçek olanlardan. Konuştuklarımın ve onların içindeki sözleri anlamam için gözlüğe ihtiyacım var. Nefeslerimle saniyeleri saymak için gerçek bir gözlüğe ihtiyacım var.

Düşüncelerim kimdir?

Yedi gün önce gözlerimi kapamıştım ve gözlüğe ihtiyacım olmadığını hissetmiştim. En yakın arkadaşımın hayali olduğunu düşünmüştüm. Bir daha ona baktığımda aynı hisleri kağıttan yaptığım gemilere bindirmiş olmalıydım. Uçarak kayboldular. Kağıttan yaptığım gözlüğüm ise ıslandı. Hala işe yarıyor. Beni yeterince mutlu ediyor.

Düşüncelerim madde midir?

Gözlüklü ve gözlüksüz olduğum zamanlar farklı kişilerim. O halde aslında kimim? Çünkü bir tek bu şekilde ayrılmıyorum kendi içimde. Çok farklı zamanlarım olabiliyor. Onlar da kendi içlerinde gözlüklü ve gözlüksüz olarak ayrılıyor. Ama nefessiz kaldığım zamanlar bir sorun olduğunu anlıyorum. Bugün de bunu hissettim. Bir sorun var. Çok garip bir şekilde bugün gözlüğümün olmaması beni mutlu yaptı. Gözlükle kendim gibi görünmüyordum. Dokuz gün önce ne düşündüğümü hatırlıyorum da o ben değilim. Belki gözlükle daha eğlenceli görünüyordum. Ama gözlerim eğlenmedikten sonra öyle olmak istemem.

Hissettiklerim düşüncelerimi oluşturuyor.

Kendimden uzaktayım şu an. Bir amacı yok gözlerimin, geleceğimi düşünmüyorum. Sadece şu anı düşünüyorum. Onu kaybettiğimden beri sadece bu anı düşünüyorum. Ellerim gerçek bir şeyi bulamıyor. Belki ben onları göremiyorum. Her şeyin yeri farklı. Benim burada gördüğüm şey, onun için benden uzakta. Bense ona yakınım. Korkularım yaptıklarımı etkilemeye başladığı gün kendime küstüm. Kendi kontrolüm bende değildi. Bu uzun süredir böyle. Farklı olduğumu düşünmek iyi hissettiriyor bazen ama bunun sonuçları mutlu etmiyor.

Ben hangisiyim?

Maddenin sonsuz olduğu bir yerde en sevdiğim, gerçek olan gözlüğümden kaç tane vardır? Bence beşlerce. O halde neden bu kadar takıntılıyım, neden bunlardan biri benim için bu kadar önemli? Sanırım kendimden binlerce olmasına rağmen sadece bir tanesini hissediyorum ve yapamadığım şeyleri tekrar düşünüyorum. Nasıl farklı olabilirdi bugün, sonuçta iki gün önce farklıydı bugünden ve o gün bugünün anlamını bilmiyordum. Tarihte yazılıydı hangi gün olduğu ama gözlüksüz okuyamıyorum.

Zaman benim neremde?

Her şeyi ezberledim ve biliyorum. Benden başka değiştirecek hiç kimse yok. O halde neden ihtiyacım var? Gerçek olmasa da olur. Mutlu hissetmem için illa bir tane gözlük mü edinmeliyim? Fizik gerçekliktir, gerçekleri fizik belirler ve ben onları gözlediğimde benim gerçeğim olurlar. Peki gözlükle baktığımda kimin gerçekliği olurlar. Benim olmazlar. Bu durum beni hiç mutlu etmez. Asıl canımı sıkan şey de bu zaten.

18 Temmuz 2013 Perşembe

"Bozuk bir dağ yolu olmalı gidilen, yağmurlu topraktan. Arkada yatağımı anımsatacak yumuşaklıktaki koltuklardan birindeyim, kendimden geçmiş bir şekilde, arabada olduğuma emin değilim. Cam kenarındayım sanırım, içinde geniş kesikler bulunduğunu tahmin ettiğim kafamı çevirince, yıldızları görüyorum arabayla yarışan. Bir türlü birbirimizi yenemedik, sallantılar başladığı andan; ne zaman baksam beni izliyorlar. Yolculukta biteceğe benzemiyor. Kıpırdamaya korkuyorum yıllardır; kim var direksiyonda bilmiyorum. Midemi doldurdum, açlığımı gidermeden; bu yüzden uyuşuk gözlerle bakıyorum sonsuzluğa, gördüğümü anlamıyorum, gözyaşımı hissetmiyorum da. Yanımdan bütün sevdiğim şarkılar geçti, sanırım rüyâlarımın günleri bunlar çünkü diğer yanımda da sayısız insan vardı. Beynimden kalbime giden damarı boşuna kullanmışım onlar için, ölümü gerekliydi duygularımın, kaynağı olan gözyaşımın. Camını kıramıyordum yumruklarımla, açamıyordum parmaklarımla. Ve nefes alamıyordum karanlık havadan kaçakça. Bir türlü dedikleri Güneş’i göremiyordum. Sanırım küstü nefretime; hak ediyordu ama o. Bu kadar insanın enerjisinin kaynağı o değil miydi, aşağılıkların kaynağı? Ama bir onu seviyorum, kılıcımın ucuna sapladığım ve kanattığım sıcaklığını. Şimdi yolun diğer tarafında olmalı. Fark ettim ve kullanan yok oturduğum koltukları, gidilen bir yol yok. Sinirlendim yine; Set indi atlarından ve kılıçlarını çekti, bir yumruk savurdum pencereye kaosuyla. Başardım ve yaşadığım duygusallıklar kadar parçalandı cam; her birinde adım yazılı kavramlara. Baktım yıldızlara ve duâ ettim onlara. Şimdi ben kararımı vermişken bile kanatlanan aklımda bir yerin var sağlam duvarlarla çevrili, sanırım kimse yoktu kadehlerin içinde içtiğim. Ellerin var ellerimde, sıkıca tuttuğum. Ama ben bırakıyorum düşüncelerimle gittiğim arabayı, kırdığım boşluktan atıyorum bedenimi. Geç gördüm, düşülecek bir uçurum yok."


İçine

"Kendime verdiğim değeri tartışıyordum beynimle, soru cevap şeklinde. Ben sordukça susuyordu, az şey biliyordu. Yendikçe mutlu oluyordum, kolay değildi benim savaşım; kendi yaratıcıma meydan okuyordum. Dersleri boş vermiştim artık, bırakmıştım sınıfa girerken çöplerin yanına. Baya zaman geçmişti, kendimle baş başa kalalı.
Gözlerim yükseldikçe havaya, tahtada yazanlara sabitlendim.
Sayılar vardı epeyce, korktum.
Daha önce yenilmiştim onlara bir çok kez.
Tahtada sert bakışlı pislik vardı ki ben ona diyordum salak.
Hâlâ sonsuzluğa giden belirsizliğin limitini soruyordu.
Güldüm eğilerek, çözmüştüm soruyu kalem sesleri gelirken.
Seslendi hiçliğe, uyuşmuş bedenime kızdı, beni seçti.
Keskin gözlerimle baktım sözlerine, korktu bıçak sandı.
Gülümsedim, rahatladı. Seneler geçmişti ki ben tahtadaydım.
Göz gözeydik soruyla, bekledim. Uğultular başladı, müdahale geldi.
Uzandım, saniyeler içinde aldım karanlığın ellerinden silgiyi.
Güldüm; “Basit.” Dedim, sildim problemi. Oturmasını söyledim ve ellerimi kirlettim beyazlıkla.
Yazdım “Bilgiler sonsuzluğa üç adım ileri, beş adım geri giderken karmaşık tanımsızlığın düzleminde insanın kendine verdiği değerin limit nedir?
İlginç geldi, sustular. Yalnızca izledi salak, arkasında binlerce pislik.
Gözlerin yaktığını biliyordum. Ama suskundum.
Anlatmaya başladım sayısız denklemlerle; başkaları geldi, sustular.
Tüm yaratıcılar karşımdaydı, korkmadım.
İki nokta arasındaki uzaklığın belirsizliği vardı ağzımda, ziller çalıyordu o taraftan.
Herkesi çağırıyorlardı kıyamete, o mutlu sona.
Üç kez çaldı, beş kez tekrar çaldı. Devam ettim dinlenceleriyle.
Sayıların belirsizliğine geçtim; birbirinden çıkardım, tanımsız dedim.
Not yazdırdım:

Belirsizliği dillendirmedikçe belirlilerden farkı yoktur. Tanımlayamadığınız her şey tanımlananın getirdiği belirsizliktir. Üç demeseydim, olmayacaktı beş de ve ben her beş dediğimde aklınıza altı gelsin.

Yazdılar, bitti. Acıktım, sustum ve sözlerimi yedim biraz.
Pislikler yutamadıklarını sindirirken, ben kustum.
İşlemim uzadıkça uzuyordu. Birinden istedim ki ipin ucundan tutsun, istemedi kimse.
Beş metrelik ipin sonsuz aralığından bir elim geçti, diğerinden tuttu simetrim.
Zamanı tuttum nefesimle, çember yaptım, dolaştıkça da dolaştım, yol bitmedi.
Ters döndüm devam ettim. Az kalmıştı yalanların sonuna.
Sildim tüm bilinenleri; sözlerimi sildim akıllardan, yarım yamalak olan.
Okuması zor oluyordu küçük beyinleri; sildim onları da, hepsini.
Not dedim:

Bilgiye ulaşmak istemek saçmalıktır. Saçmalık ise bilmektir. Mutlu olmayı istemek komikliktir, komik olan ise siz. Ağlamak acizliktir, aciz olmayan ben; belirsizlik ise yalandır, yalan olansa her şeydir.

Sonra sildim tahtayı son kez; soru kaldı, bir de cevap bölmem.
Yazdım, beşi eşitledim üçe; eşit dedim yan yatan bir sekize.
Sonu gelmedi, yere vurdum kendimi, haykırdım; yanlış!
Son kez yaşadım “Bütün anlattığım oydu.” Dedim; “Sıfır.
Büyükçe yazdım tahtaya, döndüm baktım sonsuzluğa.
Herkesin gördüğüne emindim. Bir farkım yoktu.
Anlatmaya devam ettim o kadar çok şey vardı ki.
Duygulanmadan ağlamayı anlattım, düşüncelerle.
Düşünmeden anlamayı da öğrettim.
Hiçbir şeyin unutmaya değmeyecek kadar basit olduğunu da ben.
Benim değersiz olduğumu, içtenlikle söyledim.
Tüm kavramları çürütebilirdi belki beynim. Sustum, kimse hazır değildi tanımsızlığa.
Yaşadığını sananların tanımsızlığı kaldıramayışını kahkahalarla düşündüm.
Biri sordu; “Sana gülüyorum.” dedim.
Doktorumu çağırmışlar, ilaçlarımı alacağımı sandım.
Açtı gömleğimin üst düğmelerini solluca, sandım ki…
Aldı sözlerimi, kesti hızlıca; bayıldım ilahi gözle..
Kalbimi aldı eline, söktü damarlarından.
Sözleriyle kan yarattı ki kapandıkça yara açsın diye.
Yazdı benim değerlerimin komikliğini, oysa biliyordum.
Niye yaktı ki canımı?! Zaten savaşıyordum. Yendikçe anlıyordum ki, onun yendiği savaşı hala bitiremedim diye herkesin önünde denimizi çalkalamalıydı.
Benim çok parçamda ondaydı, yandı içi. Çok sıcak desem az kalır ama anlayamasın.
Benim kafamda öldü son sözü. Yankılanacak kadar içime, içten dedi.
Hak ediyordum ama o da hak ediyordu sözlerimi, tekrar sustum gerçekten. Yaşamın benim denizimdeki delik sandallarda yüzdüğünü söyledim.
Uyandırdılar beni sınıfın ortasında kustum. Sonra söylediler zorlamalarını..
Ben de “Tüm söylediklerim yanlıştı.” dedim, yalan değildi. Verdiler, uyutturdular beni, uyudum."

23 Mart 2013 Cumartesi

Beklentiler


"Başkalarının bize yüklediği rolleri gayet iyi oynuyoruz. Bizi kim, nasıl görmek isterse, anında o kılığa giriyoruz. Yüzlerce maske takıyoruz yüzümüze, sürekli saklanıyoruz. Her şey oluyoruz da bir tek kendimiz olamıyoruz. Ve yaşam delice bir hızla akıp giderken, ”Ha bugün, ha yarın” diyerek her şeyi ama her şeyi erteliyoruz. Kendi hayatımızı yaşamayı daha sonraya bırakıp, hep başka başka yaşamları giyiyoruz üzerimize. Bir de bitmek tükenmek bilmeyen beklentilerimiz var. Nasıl ki başkaları bizden bir şey bekliyor, bizde aynı şeyi yapıyoruz. Beklentilerimiz yerine gelmediği zaman karşımızdaki kişiyi acımasızca eleştiriyor, yargılıyoruz. Aslında olmadıkları ve belki de hiçbir zaman olamayacakları kişilere dönüşmelerini istiyoruz. Bir insanı değiştirmek için harcanan zamanın beyhude geçmiş olduğunu anlayamıyoruz, göremiyoruz. Beklentilerimiz yerine gelmedikçe  öfkeleniyoruz, küsüyoruz. ”Kimse beni anlamıyor” diye diye, kendimizi iyice anlaşılmazlığa ve elbette yalnızlığa itiyoruz."